İNSAN ENDEMİK BİR VARLIK MIDIR?

İnsan Endemik Bir Varlık Mıdır? (Gurbet/sıla kavramları üzerine)

“Bülbülü altın kafese koymuşlar, ‘Ah vatanım!’ demiş.” (Anonim)
“Göllerde bu dem bir kamış olsam” (A. Haşim)”

Dinle neyden kim hikâyet etmede/ Ayrılıklardan şikâyet etmede” (Mevlânâ)

“Üç derdim var birbirinden seçilmez/Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm.” (Karc’oğlan)

Şarkılar, şiirler, türküler dolusu ayrılık, vatan, gurbet, sıla. Bu kavramların insan ruhuna etkisi üzerine bilimsel bir çalışma yapılmış mıdır bilmiyorum. Şiddetli olumsuz etkiye sahip olduğu, atasözleri ve türküler başta olmak üzere, pek çok dil ürününün halkın belleğinden yüzyıllardan beri silinmemesinden bellidir. Bu durum, gurbet acısının (bunu sıla özlemiyle birlikte anmak gerekir) yıpratıcı, örseleyici etkisi hakkında istatistiki bulgu olmasa da bir konsensüsün varlığını açıkça göstermektedir.

Elma fidanı dikeceğim. Türleri inceliyorum; her birinin ana vatanı belirtiliyor. En yüksek verim için istediği iklim koşullarına değiniliyor.
Belgesel izliyorum; ana vatanı nokta nokta nokta olan bilmem ne türü dünyada sadece bu bölgede yetişmektedir.” diyor.
Taşköprü sarımsağının aromasıyla çok özel oluşu, o bölgede çok önceden patlayan yanardağ lavlarından dolayı selenyum zengini olmasıyla açıklanıyor.

Bütün canlı türlerinde ana vatan/ köken kavramı var.
Ana vatanı dışında yaşayan/ yetişen bütün canlılarda göreceli olarak bir örselenme, yıpranma söz konusudur. Bu gizli travmayı taşıyamayıp, yaşamını yitiren türlere endemik diyoruz. Ana vatanı dışında yaşayan bütün canlılar az ya da çok sarsıldıkları için ömürlerinde kısalma, sağlık sorunlarıyla boğuşma, verim düşüklüğü, hatta üreyememe gibi sonuçlarla karşılaşırlar. (bitkilerin az meyve vermesi, tavukların yumurtayı kesmesi, gebe hayvanların yavrularını atmaları, kimi hayvanların stresten yemeyi içmeyi bırakmaları, hastalanmaları gibi) Uyum becerisi en yüksek canlılarda bile yaşanan bu durum bize bütün canlıların aslında nispeten endemik olduğunu gösterir. İnce bir sızıyla yaşamak, saklı bir travmayla yaşamak da yine yaşamaktır tabii. Demek istiyorum ki selenyum zengini Taşköprü sarımsağı nerede, başka bölgede yetişen taşköprü sarımsağı nerede!

Yer değişikliği, iz bırakmadan atlatılabilecek bir travma değildir. İnsanlarda da sıladan (ana vatandan, doğduğu yerden) ayrılma yaşına ve bilincine bağlı olarak göreceli sıklıkta nükseden özlem ağrısının pek çok nedeni vardır.

Hücrelerimizin şekillendiği, oluştuğu bölgenin maddi varlığı, vücudumuz indinde ayrıcalıklıdır. Havası, toprağının suyunun mineral yapısı, iklimi, görsel coğrafi özellikleri dahil her şeyi, iliğimize işlemiştir de ondan… Damak tadı oluşmuştur bizde. Genetiğimiz ve bedensel işleyişimiz, düşüncelerimiz kadar hızlı değişmiyor. Bir ayağımız uygar, mamur diyarları gezerken bor ayağımız viranelerde, ören yerlerinde olmalı ki varlığımızı yaşam bütünüyle yanıtlayabilsin. Bebeklikten beri deneyimlenenlerin, buna anılar kümesi diyelim, bu kümenin eleman sayısı milyonlarcadır. Beş duyumuzdan, rüyalarımızdan ve sezgilerimizden yıllarca dolmuşlardır bize. Orada yaşamak, anne karnında yaşamak kadar değilse de yaşama tutunmayı orada başardığımız için diğer yerlere nazaran anne karnı rahatlığına benzer. Merdivenin hangi basamağının gıcırdadığını bildiği mekanın verdiği rahatlıktır bu. İçimizdeki ilkelliğin alkışladığı yerdir orası. Bulunulan mekanın fırsatlarını ve risklerini enerji ve zaman harcamadan biliyor olmanın verdiği rahatlıktır bu. İnsan ilişkileriyle atılmış psikososyal ilmiklerin ruhumuzu çerçevelemesi de cabası… Aşk gibi, sevgi gibi…

Dökülen gözyaşı damlası; üzerimize düşerek ürperten yağmur damlası; güneşin binbir renginden duyduğumuz tatlar; tanıdıkların seslerinin onların duygudurumlarını ele veren renkleri; bize denilenler, denilmesini beklediklerimiz ve hiçbir zaman denilmeyeceğini bildiğimiz şeyler milyonlarca elemanıyla bir küme oluşturur ki bizi sarıp sarmalayan bu kümeyle yaşamak o kadar kolaydır ki. (tatlıdır, hoştur desek de olur.) Sezgi bilincin (hatta, beynimize istemli doldurduklarımızın ve istemsiz dolanların hâlesi olduğu için o çevrede sezgimiz ve anlayış yeteneğimiz de çok güçlüdür. İletişim becerimiz hakeza… Konuşmalardaki göndermelerin en az veri kaybıyla alıcıya ulaşması oradadır. Sözcüklerin duygu değerleri de en çok orada kullanımdadır. İletişim konusunda- açıklamaya gerek var mı bilmiyorum ama – şöyle bir şey var: Söğüt ağacından düştüğü için bacağı kırılarak topal kalan, söğüt dalından düdük yapıp öttüren, söğüt dalından düdük yaparken parmağını kesen üç ayrı kişide birinin “Söğüt diktim.” cümlesi, farklı duyguların uyanmasına (vücut kimyalarının farklı şekillenmesine) yol açacaktır. Konuşan kişinin bunları bilerek konuştuğu ortamla bilmeden konuştuğu ortamdaki anlaşma elbette bir değildir.

Maddenin tabiatında en az çaba kanunu var. En az enerjiyle maksada ulaşma yasası bu. Maksat yaşama tutunmaktır. Belki de en az enerji ve zaman harcayarak yaşam şartlarını sağlayacağını düşündüğü yeri bu nedenle seçer insan. Orası da, yukarıda değinildiği gibi, memleketi, doğdukları, çocukluklarını geçirdikleri yer oluyor. Dikkatlerimizin bölünmediği çocukluk çağımızda sünger gibi çekmişizdir benliğimize büyüdüğümüz bölgeyi.

“İnsanlar neden sıla özlemi, gurbet acısı duyar? Neden somonlar gibi memleketine , doğup büyüdüğü yere dönme isteği duyar? gibi sorulara cevap ararken bu duyguların göreceli olarak herkeste olduğu savımıza “Hayır, bende eser miktarda bile yok.” diyenler de olacaktır. “Ben başka yerlerde de mutluyum, verimliyim, sağlıklıyım.” diyenler olacaktır. Böylesi duygu ve düüşünceler, belki, hiçbir yerde uzun süre kalamamış, göçmen büyümüş, ya da gerçek gereksinim duyduğu şeylerin yerine başka şeyler koymuş olanlarda gelişebilir. Mutluluk, acı, gereksinimlerimizle aramızdaki mesafeye bağlı olarak yaşanan bir duygudur. Eğer insan, gereksinim duyduğu şeylere memleketi dışında ulaşıyorsa mutlu olur elbet. Kimi mineral eksiği olanların toprak yemesi gibi, gereksinimini giderdiği her yer onun memleketi, anne karnı rahatlığını veren yer haline gelir. “İhtiyaçlar piramidi“nde tepelerde arayış içinde olan akademisyen, en donanımlı laboratuvarların oldukları yerlerle beslendiği için onun cenneti de laboratuvarların bulunduğu yerler olacaktır. Konu, aklın, ruhun ve bedenin beslenmesidir. Kaygıları değişmiş, doğduğu şekildeki varlıktan farklı bir varlık olmuşlardır artık o kişiler. “Ben kimseye ve hiçbir yere gelmedim, dünyaya geldim.” derler ve köklerini dünya saksısının yaşam vaad eden yerlerine salmaktan başka bir haz ve salamamaktan başka acı duymazlar. Yine de memleket ürünü arayışı, çoğunluğun satınalma davranışlarına yüksek derecede yansımasa o beklentileri karşılaması amaçlanarak mağazalar, marketler açılmaz sanıyorum.

Açlık nedeniyle “Var git oğlan var git mekanın ara / Nerde karnın doyarsa vatanın ora.” (?) diyerek doğdukları yerden ayrılanların kendilerini aç bırakan yerlere özlemlerini anlamak da en zoru. O duygunun adı doğru konulmamışa benziyor. Küfrederek ayrıldıkları sılaya dönme isteği, kim bilir hangi psikolojik nedenlerledir. Bizim konumuz, o isteğin varlığı.

Burada konumuzun biraz dışında olduğu halde değinilmesi gereken bir husus var. Bir kere sıladan ayrılıp uzun süre sonra oraya dönenlerin çoğu hayal kırıklığı yaşarlar, yaşayacaklardır.

“Ben kimseye gelmedim, dünyaya geldim.” diyecek kadar güçlü olmayıp sosyal ilişkiler odaklı yönelimlerle sılaya dönenler, kuvvetle muhtemeldir ki, sılasında da mutsuz olacaktır. Farklı yerler farklı şekillendirdiği için, duvardan sökülüp sele kapılmış ve dünyayı dolaşmış bir taş, söküldüğü gediğe tam oturmayacaktır. Duvardan küp şeklinde, kenarlı köşeli çıkan bir taşı, sahilde yuvarlak buluruz. Üstelik insan taş gibi edilgen de değildir. Kopan parçasının yerine hemen yeni bir şey koyan, dallanıp budaklanan; çok hızlı değişim, gelişim gösteren bir varlık. Öbür taraf da duvar gibi yavaş değişmemiştir.

Ömürlerini “Bir ayrılık bir yoksulluk bir ömür” (Anonim) gibi sıla/gurbet türküleri ile geçiren ve Somonların döngüsü gibi memleketine dönen bu kişiler, muhtemelen çok kısa zamanda “Varıp neylemeli sılayı gayrı” (Anonim) “Emmim, dayım hepsinden aldım payım.” (Anonim) diyeceklerdir.
Bu yazı, gurbet /sıla üzerine geliştirilmek üzere sayfaya konulmuştur.

Destekleyen ve aksini iddia eden yaklaşımlara açıktır.

Bir manzumeyle bitirelim:

Aleme ters gelir bana düz gelen
Ne desem incitir ne yapsam batar
Belki daha iyi bilirsin benden
Yabancı koyunlar kenara yatar

Anladım ki çare yoktur yarama
Bıraktım peşini sen de arama
Belli etmem acı çeksem de amma
Ateşi gizlesem dumanı tüter

Bundan böyle ben derdime ağlayım
Ocak taşı gibi kara bağlayım
İmkansızlık direğine bağlıyım
Yoksa beni ne ip ne yincir tutar

Dayan hasret yüreğini delerse
Kavuşuruz bir gün kader gülerse
Senin hayalinde kuzu melerse
Benim de aklımda hep keklik öter