Bu sayfada kısa metinlere yer verilmiştir. Sayfaya “Minyatürler” adı verilse de olurdu. Seksenlerdeki adlandırmayla yayına koydum. Paragraf soruları için metinlerdi. Tanıyanlar olacaktır. Selam ile…
ön söz
Kimi sözlerim, yaptıklarınıza düz; söylediklerinize ters gelebilir. İçinizden katılıp dışınızdan katılmayabilirsiniz. Tenhada katılıp kalabalıkta katılmayabilirsiniz. Söylenenleri söylenmemiş sayabilir; sayıklama yerine koyabilirsiniz. Düşünmeyi deniyorum. Nasıl olsa “doğru”, “eğri” yok. Bana katılanlar, tebessüm ederlerse yeterlidir.
1
Ne kadar yükselirsen o kadar düz görürsün aşağıyı. Hayat iyi okunursa insan, en az bir başka canlı kadar masum görünür. Yaşamımız başlı başına savunmamızdır. Yargılandığımızda kim ne kadarını bilirse, o kadar kolay aklar.
2
Suyu yasaklamış toplumda herkes suyunu gizlice içeceğinden bu yasak, “Susadım” deme, su içerken görünme yasağı olur. İnsan doğasıyla çelişen yasalar, bireyleri ikiyüzlü, yalancı olmaya zorlar, suçlular üretir. Burada birey masumdur; hata, yasa koyucudadır.
3
“Şimdiki zaman”ın yaşanması enderdir. Eylemleri belirleyen, dolayısıyla yaşanan, geçmiş ve gelecek zamandır. Geçmişin sevinciyle hırsıyla, hızıyla, geleceğin hayaliyle, ömür tükenir. Ancak bebekken, sarhoşken, sevişirken, dövüşürken, ölürken, doğururken ve delilik hallerinde “şimdiki zaman”da yaşanır.
4
Bayramlarla pikniklerde insanlar, dolayısıyla dünya, ne güzeldir. Bu günleri çocuğundan yaşlısına kadar herkes iple çeker. İnsanların bayram ve piknik ilişkileri, başlı başına bir rejim modeli olabilir. O yaşantının kendine has kanunları, ahlakı vardır.
5
Yeryüzü, insanlığın piknik yeridir. Burada tapu derdine düşülmez, dövüşülmez. Bu tür davranışlar, dengeli insanların değil; sarhoşların, ruh ve sinir hastalarının harcıdır. Onlara da akıllılar göz kulak olmalı, tatsızlık çıkarmalarına, ahlaksızlık yapmalarına engel olmalıdırlar.
6
Dayanışmaya, birliğe, sevgiye dair en sıkı, en güçlü, en emin bağlar, aile bireyleri arasındaki bağlardır. Orada varsıllığın, yoksulluğun eşit yansıdığını çocukların, yaşlıların, hastaların korunduğunu ve herkesin yeteneğine göre üretip ihtiyacına göre tükettiğini gözleriz.
7
Üstyapı kurumlarına ilişkin kavramlar, insan-doğa ilişkisinin sulh halleri diyebileceğimiz zamanlarda yürürlüktedir. Her zaman geçerli olmadıklarına göre mutlak, kesin ve kutsal değildir. Depremde enkaz altından çıkarılmayı bekleyen kişinin. “Ben çıplağım, bana yaklaşmayın!” dediği görülmüş müdür?
8
Şerefli olmak, kahraman olmak, insanın ömrüne yayılmamışsa, bir gün, bir davranışla kazanılacak şey değildir. Bu değerler süreç içinde kazanılır. Şerefsizce yaşayıp bir hamleyle şerefli ölmek, korkak yaşayıp bir hamleyle kahraman ölmek mümkün mü?
9 Tutunmak zorundayım diyemeyecek kadar küçüğüz daha
İnsan, insanı tutmaz; insan, insana tutunur. Tutunmak, kullanmaktır. Ama kullandığımızı ve kullanıldığımızı söyleyemiyoruz. Dürüst olacak, gerçeğe dayanabilecek kadar büyümediğimizden hepimiz birbirimizi aldatarak yaşıyoruz. Rahatsız olanımız da yok. Zaman içinde ödeştiğimizin bilincinde miyiz ne?
10
İnsan tanınmaz. Çünkü hayatta tekrar yoktur. Tanımak, “hep öyle kalma”yı gerektirir. Oysa Heraklit’in ırmağı durmaz. Gerçi, insanların “tanıma” isteği de yoktur. “Seni tanımak istiyorum.” der de hep kendini arar başkasının içinde, ruhunu didikleyerek.
11 Değişim
Eski fotoğraflarıma baktım. Çangıl çatak ağrılarımın, acılarımın renkleri solmuş; dalı budağı küçülmüştü. Fotoğraflardan kimine bıyık taktım, kiminin bıyığını kestim, saçını kazıdım; hiçbirinde kendimi bulamadım. Hem hepsindeydim hem hiçbirinde. Atacağım hepsini. Şiirlerime de bakacağım.
12
Hem ağaca uzanmayı engelleyen duvar, hem ‘yoldan geçen bütün çocuklar hırsızlama dallarıma uzansalar’ diyen kiraz ağacı olmak ne acı. Sonunda bütün çocuklar, hırsızlama dallarıma uzandılar. Adım çıktı, yasak kalktı. Anlamsız bir duvar sonra…
13
Sır, mükemmel olmadığından saklanmaktadır; yargılanma korkusunun çocuğudur. Yalnızca sevenler, sevdiklerini, her halleriyle, yargılamadan, sarsmadan, örselemeden, kırmadan, başlarının üzerinde taşıyabilirler. Bu yüzden insanlar yalnızca sevildiğine inandıklarına güvenir, yalnız onlara görünürler ve yalnız, büyükler sever.
14
Duygularımız, metabolizmamızı etkilediğinden öfke yıkar, azim, yapar bizi. Öfke, yumruk sıktırır, diş sıktırır. ıslık çaldırmaz, Öfke insanın yüzünü kızartır. Azim, diş, yumruk sıktırmaz; yüz kızartmaz. Türkü söyleye söyleye; ıslık çala çala yaşatır adamı.
15 Yola çıktıkları gibi devam edebilenlere ne mutlu
Evlilik girişimi, “birlikte yaşayacak bir sevgili arayışı” iken evliliğin gerçekleşmesinden sonra, “yaşamın yüküne ortaklık” beklentisine, giderek, “güvenilir bir hizmetçilik” beklentisine döner. Bu aşamada, ruhsal evlilik bitmiştir. Yasal evlilik, eşlerden birinin ölümüne dek sürebilir.
16
Türkülerimizin özü, insandır. Herkes bir türkü adayı olarak doğar. Ancak, bir milletin, gönlünü fethetmek, her ezginin kârı değildir. Kimi, söyleniiiiir gider; kimi, söylenmez, kalır. Binde bir çıkar içimizden, anonim bir türkü olup büyüyen.
17 Yiğit isen sen de çık, asosyal ol
Ben halaya girer gibi başlardım güne ve akşamları halayda yorulmuş gibi, koyardım başımı dostlarımın dizine. Çemberine fitne düşmüş, çemberini birbirine dirsek çevirenlerin bilmem kaç yerinden koparttığı; eldivenle tutulan bu halayda olmak abestir, aymazlıktır.
18
Şairin önünde hiç boş bir sayfa olmaz; o boş zannettiğimiz sayfaları şairin ruhu, sayfa renginde yazılarla ne zaman doldurmuşsa doldurmuştur. Sayfa, şaire dolu görünür de şair, kimi yerlerin yazı rengini değiştirir; belirgin kılar.
19
Geriler, düşüp kalktıklarını kendi ayarlarına çekerler. Dostlarınız patavatsızsa sizin ince eleyip sık dokumanızın anlamı olmaz. Sırdaş bildiklerinizin ağzı gevşekse sizin ağzınızın sıkılığının anlamı olmaz. İkiniz aynı kapsınız da delik onda, ne fark eder.
20
Dostluk, sır yükü de taşımaya gönüllü olmak, asla sarhoş olmamak, toprak olmayı göze almaktır. İnsan, dostunu yanında bir silah gibi düşünebilmelidir. Saldın mı dönen bıçaklar demirinden olup dost görünenlerin varlığından yokluğu yeğdir.
21
İnsanlar, şenliklerde ve ibadet yerlerinde yan yanalar. Oysa, birinin bereketinin diğerlerinin felaketine bağlı olduğu yan yanalıklarda dostluk, birlik, sevgi yoktur. Toplum değil kalabalıktır orası. Ruhen dağınıktır onlar; yan yana değildirler hatta karşı karşıyadırlar.
22
Tanrı, bildiğini okur. Dualarınız, onun istedikleriyle örtüşürse kabul eder. Dualarınız ne kadar gerçekleşiyorsa o kadar tanrısınız, her istediğiniz oluyorsa yüzde yüz… Tanrı, insanca duaları kabul etmediğine göre tanrının isteklerini sezip, tanrıca istemek gerek.
23 Bencil: Ağır hasta
Uzananı tekmeler. Bal kovanlarını ateşe verir. Tutunduğu yerde yeşil barındırmayan arsız otlar gibi gerinerek beslenir. Kendinden başkasını dinleyemez. Soramaz. İsteyemez, alır. Çiçek yağdırılan yolları şemsiyeyle geçer. Ağzını küfürle meşgul eder. Teşekkür etmemek için
24
Aşk insanın özgürlüğü tanıdığı, tattığı fırsatlardandır. Alternatifleri atıp acı çekmeyi seçmek, özgür istemle olur. Aşk, insanı kendinden başka bir kendine geçirir. Yasa, yasak, töre, din umursanmaz. Ölmekle yaşamak eşitlendiğinden insan daha yiğit olur.
25
Âşıklıkta, ömür boyu, meyvesiz ağaç yetiştirmek seçilebilir, hayıflanılmaz. Rezil olunur, umursanmaz. Din, iman, taç, taht, saray, padişah, ferman, zaman, mekan anlamsızlaşır. İki, bir olur; bir, iki. Topraklaşmak gibi sır dolu oluşumdur; taraf kaybolur.
26
Belki de küçüldükçe konuşmaya başlıyoruz. Ruhumuz, görünmemeye, anlaşılmamaya dayanamayınca “Ben varım, beni görün, anlayın! diye bağırmamız, küçülmek değil de nedir? Okunmayacağı olasılığı da varken bilinmek, anlaşılmak için kitaplar boyunca çırpınmak, yakışır mı büyüklüğe!
27
Ulunun ayağı da uludur; ama, bütünü her göz göremez. Dağın eteğini, zirvesinden ayıran; ceylanı aslandan, beni senden; güneşi ikimizden; kendini her şeyden ayırmaz mı? Varlık aleminin yarısını sevmek; yarısına şükretmek, diğer yarısına küfretmektir.
28
Tanrınızı büyütün. Onun, kudretince verebileceğini bilin, büyük isteyebilin. Her şeyi yapmaya kadir olduğuna inanın. Gücüne inanmazsanız, tanrı yardımını çeker üstünüzden. Kudret sahibi olun. Ümitsizlik, inanmayanların duygusu olabilir. Ben sonsuz huzur, mutluluk istedim, verdi.
29
Başakta güneşin ve suyun saklı olduğunu görebiliyor musunuz? Üzümde, elmada, narda; bütün kozmik içeriğiyle zamanın saklı olduğunu görebiliyor musunuz? Siz, güneşten, sudan, buğdaydan, birinin gülüşünden, yan bakışından, öfkesinden, sevgisinden… oluştuğunuzu inkar mı ediyorsunuz?
30
Karşı adaların bu kıyıya derinlerden bağlandığını nasıl biliyorsam, insanların hatta bütün varlığın birbiriyle derinlerde, bağlanıp birleştiğini yani her şeyin bir ve aynı şey olduğunu da öyle biliyorum. Tek ağacın birbirine uzak düşen dallarıyız.
31
Sevmek, BİRleşmektir. Bir büyüğün, güçlünün, güzelin parçası olma eğilimi; en büyüğün, en güçlünün, en güzelin tamamlayıcı parçası olunduğunun bilinciyle son bulur. En büyük dolaşım can dolaşımıdır, can bütündür. Sayı, çokluk, insanca algının uyduruğudur.
32
Kahramanlarının kendince yol aldığı; gidişatı, eli böğründe seyretmekten başka çaresi kalmayan yazara, yönetmene değil; sahnede kendi eserini oynayan sanatçıya benzer tanrımız. İşte, birbirine yön veren; birbirine can veren; birbirinden can alan varlık sahnesi…
33
Beden vekildir. Ruh zamana, mekana bağlı değilken, maddeyle birleşerek hayvanlar aleminde onun kölesi oldu; insanlaşmış olanlarda bile kölesi gibi göründü. Bedenim öyle güzel, öyle meylettirici olmalı ki, onunla olmak için ruhum özgürlüğünden vazgeçmiş.
34 Irmağa bakma ırmakla ak
Bütünlüğü gören, şükrü de küfrü de tövbeyi de bırakır; ayrılıktan yakınma da bitmiştir; çünkü ayrılık bitmiştir. Yön bitmiş, taraf bitmiştir. Kainatın akıllı, coşkulu bir parçası olmuştur artık o. İntiharı, günah sayar; yaşamayı, ibadet…
35
Tanrı kendisinden başka şeye yer bırakmayan büyüklüktedir; varlığın tamamıdır. Beni içine almayan tanrı mı olur! Hedefini büyüt, tanrını öyle bil ki nereye dönsen ona dönesin; nereye gitsen ona varasın; nerede dursan onda olasın.
36
Tomruklar ki koca koca. Hızarhanenin önünde ışkın vermişler. Her birinde ayaksız gövdesiz bir baş gülümser. Kim bilir nerelere uzanmışlar da nerelerden beslenmişler. Kökleri nerelere kadar uzanmıştır; hangi bulutun yağmur damlasıyla beslenmişlerdir kim bilir?
37
Güzelin, güçlünün elinden güzelliğini, gücünü alabilene döneriz. Padişah, sevdiği kızın âşık olduğu yiğidi saraya alıp onları seviştirdi. Yemeğine katılan zehirle, tez zamanda sarardı, soldu, eridi, çirkinleşti adam. Kız, padişaha âşık oldu.(*) Zavallı algı.
(*) Mevlana, Mesnevi’den)
38
Teknoloji perhizine, gönüllü veya gönülsüz, girerek insanı da doğayı da kurtarabiliriz. Alkışladığınız şeyler, zekanız ve onun icatları, kainatın virüsü olarak onu yok ediyor. Doğanın dengesi bozuluyor. Doğaya teslim olmaktan doğru bir şey yok.
39
İlk üç hamlede mat buldum diye hopur hopur hoplayan, yerinde duramayan; yazmadan rahat edemeyecek olan bir satranç meraklısı çocuğun bu sevincini, heyecanını anlayabiliriz; ancak onun yazıp yayınlama isteğini ve “keşfettim” şeklindeki düşüncelerini onaylayamayız.
40
Gelecekte okullar, bireylerin sosyalleşme merkezleri olarak anlamlı kalacaklardır. Bu sağlanamazsa, yetişen neslin, dört duvar içinde bilgi bakımından devleşebileceği veya hiçbir şey bilmeden vahşileşebileceği, toplumsal kaygıları olmayan bu bireylerin, toplumsal virüsler olabileceği bugünden bilinmelidir.
41
“Lafazanlık”la “edebiyat” karıştırılmamalıdır. Bilim kongreleri gibi edebî kongreler düzenlenip metinler, orada bir keşif bildirisi olarak sunuluyor olsa karıştırılmaz. Laf azalır. Edebiyat, yaşama ilişkin keşfi, belirlemesi olanların, bunu bilindik malzemeden kurulan imgelerle insanlığa sunmasıdır.
İri Taneler
1
Her şey gücü kadar ortaya çıkar. Dalla yaprakla; taşla toprakla aynı rengi alarak bütün varlığını sır gibi yaşatan türler, güçlü olsalar, aslanlar gibi çıkarlardı ortaya. Doğada, insan, ortaya çıkmıştır. Güçlü insan da, insanlar içinde ortadadır. Gizlenenler, güçsüz olduklarına inananlardır. Her saklanma, her sır, korkunun çocuğudur. Kemalini bulunca ortaya çıkar.
2
Güçlüyken görünmemeye, yüksekken alçakta durmaya tahammül zordur. Buna Tanrı bile dayanamadı, göründü. Anlaşılmak için de en az dört kitap boyunca çırpındı. Kusur, saklanmak; mükemmel, görünmek ister. Sır, mükemmel olduğuna inanınca öteki mükemmellerle mücadeleye girer. Yaşam, mükemmeller arası çatışma sürecidir. Mükemmel, mükemmeli yer, onunla beslenir. En mükemmel, en sona kalacaktır.
3
Kendimizden daha “geri” olanların bize zarar vermesi, doğaya da aykırıdır. Zarar görmemek için, vahşilerden ve bazı insanlardan saklanırız. Saklanmak, aldatmaktır. Köpekleri, yiyecek sansın diye çakıl taşı atıp kandırarak savuşturduğumuz gibi, bizden geri insanlardan da bazen saklanırız ve onların zararından korunmak, belalarını savuşturmak için aldatırız onları. Dürüstlük, bunu böyle söyleyebilmektir
4
Hücreleriniz, duygularınızın saksısıdır, etinizi küçümsemeyiniz. Bedeninizin belirleyiciliğini, örneğin, beğenilip seçilip beğenilmeyip seçilmeyişinizi, uzanıp uzanamayışınızı, kaldırıp kaldıramayışınızı, taşıyıp taşıyamayışınızı, duyup duyamayışınızı, görüp göremeyişinizi düşünün; bana hak vereceksiniz. Eninizi, boyunuzu, yaranızı, yara yerinizi, yaşınızı, cinsiyetinizi düşünün. Dişlerinizi tek tek ağrıtın, sökün, takın; kendinize ve başkalarına ilişkin duygularınızın düşüncelerinizin değiştiğini fark edeceksiniz.
5
Büyük adam, doğanın akıllı bir parçası olup insanlığın genel evrimine katkıda bulunan insandır. O, yalnızca anlamaya çalışıp kimseyi yargılamadığından, kimse ondan sır saklamaz. Görmeyip duymadığımız pek çok olay bizsiz olup bitmiyor mu? Düşünsene, görsen, görmemiş; duysan, duymamış gibi durabilsen; yaşarsın, yaşamamış gibi. Bunu bir başardın mı ölürsün, ölmemiş gibi.
6
Sanatçı, mutasavvıfı, alkoliği, fırlamayı, orospuyu, orospu çocuğunu, entelektüeli, çobanı, köylüyü yoksul bir aileyi, varsıl bir ailenin biri başarılı biri başarısız şımarık çocuklarını; hırsızı da, hırsızı yargılayan savcıyı da onu savunan avukatı da yaşatır. Bunları yaratan, yazardan başkası değilken yazar onların hiç biri değildir. Sanatçı, bizim yaşayıp yazamadığımızı, yaşamadan yazabilendir.
7
Ben, sevdiklerimi “kaybetme” korkusu yaşamam. Bulduğuma inanmam ki kaybedeceğimi düşüneyim. Ömrümü, onlara yakın, onları seyrederek geçirmeyi dilerim. Ötesi, gülünç derecede iddialı olur. Ay, güneş gibi, benden bağımsızdır, onlar. Bana görünür veya görünmezler. Onlara kendilerini verir, kendimi isterim onlardan. Ayrıca, ne ben birinin sahibi olayım ne de biri sahibim olsun.
8
“En az çaba kanunu”… Doğanın en genel yasası… En az enerjiyle maksadın hasıl olması eğilimi… Bu, insanların, çalışmayıp başkalarını çalıştırmalarını; kendi yakınlarının da çalışmayıp başkalarını çalıştırmalarını amaçlamaları demektir. Genel bakış, işi kutsayarak, çalışmamayı günahkarlık, namussuzluk, ahlaksızlık sayıncaya dek iltimas, rüşvet, hırsızlık, gasp, soygun, dövüş, savaş, işgal, sömürü devam edecektir.
9
İnsan-doğa çelişkisinin üstesinden gelme girişimleri sürecinde bilimi, teknolojiyi ilerlettik. Atom enerjisini de bulduk. Ancak bulan kişinin evreni algılayışının yanında insanlığın algı yaşı küçük kaldı. Yani, doğanın vahşetinden korunmak üzere ailemize kazandırdığımız silah, evdeki çocuğun eline geçmiş gibi oldu. İnsanlık ailesinin ortak zaferi, yine bu ailenin ortak felaketi oldu.
10
Giyim kuşam, “seçme”nin besmelesi; “Seçmeye devam ediyorum.” mesajının görsel deklerasyonudur. Birini “yakalama” kaygısı olmayan, saçını niçin çevgan etsin! Seçen konumunda olmak, kendini sağlıklı hissetmeyi gerektirir. Hasta, kendisinde, seçme gücünü ve hakkını bulamaz, teslim olur. Seçmeye devam edebilmek, bütünlüğün, mutluluğun (iç dengenin) ve doğal dengenin korunması bakımından önemlidir, gereklidir, kaçınılmazdır.
11
Yeryuvarlağının bir bölgesinde kanser başladığını; kanserin canlıları öldürerek yayıldığını; insanların, yangından kaçışan kuşlar gibi diğer yurtlara göçüşlerini düşünün. “Vatan”, “sıla” kavramlarının, haritaların, anlamları değişir. Hastayken, hastanede, edep yerleri, edep anlamlarını kaybetmiyor mu? Enkazdan çıkarılmayı bekleyenin: “Çıplağım, bana yaklaşmayın!” dediği görülmüş müdür? Bu değerler, insan – doğa ilişkisinin sulh hallerinde geçerlidir.
12
Eskiden insan- insan çelişkilerini çözmede güç kullanmak hem zorunluydu hem gerekli. Bu nedenle, kişinin kas gücü, bıçağı, silahı, ve bunları kullanabilmesi, kimliğine eklenir; kişinin kimliğini bunlar süslerdi. Eskiden yüceltip alkış tuttuğumuz davranışları gördüğümüz kişilere bugün “cani”, “eşkıya” diyoruz. Artık, güç kullanmadan, kan dökmeden, kalp kırmadan sorun çözene “yiğit” denilmektedir
13 gelenek görenek değil değişim esastır
“Yüce dağların başında yel olup estiğin var mı” “Her yaneden üç beş kelle terkine astığın var mı” “Tek başına şu dağlarda ordular bastığın var mı?” veya babanın oğluna: “Yol kesmedin, bac almadın; baş kesmedin; kan dökmedin. Ben ağlamayayım da kimler ağlasın” dediği günlerin anlamını taşımaz bugün “yiğitlik”, “kahramanlık” kavramaları.
14
Sevin, sevişin; ama birisi için yaratılmış da onu bulmuş yanılgısına düşmeyin. Dünya nüfusunu, coğrafyasını düşünün. İki kişinin yan yanalığı, zavallı bir zorunluluktur. Birbirini tanısa, sırılsıklam âşık olacak nice insan, birbirini görmeden göçüp gider dünyadan. Tutsaklığınızı davul zurna karşılama gülünçlüğüne düşmeden kaderinize tahammül edin ve onu sevin. Bu, yaşamı sevmektir.
16
Sevmek, BİRleşmektir. “Büyüğün parçası olma” eğilimi; en büyüğün parçası olma eğilimiyle son bulur. En büyük bütünlük, evrenin tamamıdır. Çünkü evren tek ve bir şeydir. İnsan, evrenin tamamlayıcı parçası olarak dolaşımda, dönüşümdedir. En büyük dolaşım can dolaşımıdır. Can enerjidir; parçası hurdası yoktur. Candaki birlik, bedendeki parçalanmışlığı ortadan kaldırır. Evrilir gideriz.
17
Namaza duran kişi, Allah’ın huzuruna çıkacağına, Allah’la gerçekten buluşacağına inansa nutku tutulur, hiçbir duayı okuyamaz. Ben, sevdiğim bir arkadaşımı görünce ne diyeceğimi şaşırıyorum. Allah, da duanızla, kurallara uyuşunuzla ilgilenmiyordur. Kapıyı açtığımda birden bire karşımda görünce bayıldığım sevgilim, kabanını almadım, terlik çevirmedim, kirli ellerimle koştum diye yargılar mı ki beni?
18 Böyle bir konu matraklık barındırmamalıydı ama bu da böyle olsun
Kişinin meyli, güzeledir. Güzellik maddeye biner de çıkar karşımıza. Ancak bizler aldanırız. Gönlümüz, tek tek güzellerde gezer durur. Kaşına, gözüne, dişine, yüzüne şiirler yazdığı sevgilisinin cesedini hayranlıkla seyredip ona sarılarak yaşamayı çok çok üç ay sürdürebilir insan; hadi dört ay diyelim(!) Sağlıklıysa tabii. Asıl sevdiğimiz hurdası olmayan candır can.
19
Görünenler, görünmezden işaret olarak, O’nu temsilen vardır. “Kimse iki Tanrı’ya birden tapamaz” ve tanrı, başkasına yöneleni affetmez. Şeyler, mesela insan, doğduğu andan itibaren, varlığını sürdürmek için yaptığı her eyleminde ibadettedir. Sapmalar yaşadıkça, can yerine başka şeylere yöneldikçe günaha girmiş olur ve nihayet temsil yeteneği elinden alınıp başkasına verilerek cezalandırılır.
20
Cisim, isim aldatıcıdır. Çünkü algılarımız insancadır. Cenin gibi devinir durur madde. Tırtıl diye gördüğün, derinlerden yola çıkmış bir kelebektir. Denizin rahminde şimdi damlalar incileşir. Yuvalarından “yumurta”ları alınırken kuşların ciğeri parçalanır, “yavru”larım gidiyor diye. Bir şey, kendinde başlayıp kendinde bitmez. Zaman mekan eklemeden hiçbir şeyin fotoğrafı çekilip bu, şudur, denilmez.
21
“İki”de “bir”in, “bir”de “iki”nin olduğunu en kolay, üreme olayında görürüz. Tek gördüğümüz erkekli dişili varlıklarda ikisi birden olmadan zürriyet sağlanamadığına göre, Tanrıca görmek için, insanlara ve bütün varlığa, çiçek göbeğine bakar gibi bakılmalıdır. Tanrı, erkek, kadın diye değil, insan türü olarak görüyordur. Türün devamının, parçaların birliği ile sağlanacağını düşünüyordur.
22
Elini öpüp, ayağına çelme takmayı düşündüğün şeyi bir bütün olarak gördüğünü söylersen inandırıcı olmaz. Kainat, Tanrının işleyen heykelidir. Parçası olduğunun farkına var; kendine “iyi” bak. Küfrü, hayıflanmayı, sitemi, hatta tövbeyi bırak; kendi elini öperek başla güne, gününü kendi elini öperek bitir. Eli öpülesi olduğuna vicdanınla inan. Kendine selam ver.
23
Birlikte yaşayıp aynı sofraya oturmayanlar, birbirleriyle dost değildir. Dostluk, sofraları eşitler. Sofrası eşit olanın çöplüğü de eşittir. Bugün, birinin çöplüğünde dikkatle bakılınca, “insan” dahil her şey var; birininkinde serçe doyamaz. Birinin çöplüğü, diğerinin mutfağı, gardrobu, pazarı durumundakiler, ister birey, ister aile, ister millet olsun; bunların yan yanalıklarında dostluk yoktur.
24
0n beş katlı altmıştan çok bloktan oluşan bir sitenin çöplüğünde, kadınlar gördüm. Kül eliyorlar, kömür seçiyorlardı. Bu gerçek, şiirden etkiliydi, sarstı beni. Başkasının külünden yeniden yaşam üretmek, yaşama tutunma şartlarını çöplükten sağlamak, ikinci el yaşam sürmek değil de neydi? Birlik beraberliğimizi düşündüm. “İkinci el pazarları”nın ailede işi ne! Aileyse?
25
Düğün, insan ömründe tekrarı için dua edilemeyen olay niteliğindeki sayılı yaşam kesitlerinden. Önemli elbet. Başkasının sevincini paylaşmak da güzel ve insanlığın gereği. Ancak, insanın, annesi de bir kez ölür. Başkasının yasını paylaşmak da insanlığın gereği. Sınav var, hastalık var. Mahallede davul zurna olmuyor. Sevinci , kaygıyı, acıyı,yası, Salonlarda paylaşalım.
26
Eylemlerimizi “bugün” değil; “dün”le “yarın” belirler. Yapabilirliğimizi, yönümüzü, hızımızı, duygusal tutumlarımızı, “geçmiş” belirliyor. Ekerken, biçerken, ütülerken, planlarken… Yaşanan, “yarın”dır. “Yarın”a ilişkin düşünceler değişsin, “bugün” yapılanlar değişir. Cehennem sıcağından, dünyada diktiğimiz ağaçların gölgesinin kalınlığınca korunacağımıza inansaydık, bugün, ağaç dikme ayinlerimiz olurdu. Şimdiki zaman yürürlüğe girdiği anda tanıdığınız bütün insanlar değişir.
27
Üstyapı, sokağa hükmeder, yatağa değil. Ahlak, hukuk, erdem, saygı, kibarlık, şeref, tarih boyunca tekmelenerek atılmıştır yataktan. Aşk, gözden yüreğe kadar dokunsal bir süreçtir. Güçlülük, dirilik kucaklanır. Hayat vaat edene koşulur, ölüm çağrıştırandan kaçılır. İnisiyatif doğadadır; yaşlı, çürük, zayıf, atılır. Şefkatli, görgülü, nazik, erdemli, şerefli olmak yatakta tercih edilmeye yetmez.
28 İNSAN ÇOCUĞUYLA (YA DA EBEVEYNİYLE) TAMAMLANAN gedik varlık değildir. Eski ifadeyle: Çocuk, ann-babanın mütemmim cüzü değildir.
Soy ağacı araştırmalarını ahlaksızca bulmadıkça; oğlu olduğunda övünmelerden, çok sevinmelerden, kızı olduğunda az sevinmelerden hatta sevinememelerden kurtulmadıkça; soy sop karalamalarına, ya da asalet ispatlarına son vermedikçe çocuk sahibi olabilmek ya da olamamak, insanların kimliğinin, kişiliğinin alkışlık kargışlık yönü olarak süregidecektir. Yazık. Bu, bilincin omurgasında şakülün kaymışlığının en açık göstergesidir.
29
Birbirine bir şey katamayan, birbirini çoğaltamayan, besleyemeyenler birbirinden koparlar. Göçmelerin, kovmaların, kaçmaların, kaybolmaların, terk etmelerin, yalnız kalmaların hepsinin arkasında en geniş anlamıyla “doymak ya da doymamak” sorunu vardır. “Sonsuz yalnızlığı hiçbir şey vermek istemeyişin”(N.H.) Benimle konuşan ya gebe bırakmalı beni, ya gebe kalmalı benden. Sevgilimse en az, moral ödünçleşmeliyiz.
30
Sır tutamamak, büyüme, görünme arzusundan, kıskançlık duygusundandır. “Övündüğün şeyden bende çok.” demenin yerini tutacaksa, küçükler kendilerine verilen sırları bir bir sayarlar. Sırlar, genellikle “Ona senden yakınım. Sana dediğini bana dememiş olamaz” gibi seslendirilmemiş, diyalogların arasından dökülür. Yarış havası vurunca hafifleri zapt edemezsin. Geride, aşağıda kalacağını düşünenler, atlarlar sırların sırtına.
31 Kökü din lemeli
Aynı saksıdaki çiçeklerin kökleri savaş halindedir. Aynı ağacın dalları bile birbirini iter. En sıcak sevgililer dahi birbirine karışmadan akarlar. Ağacı toprağa, yakınındaki ağaçlara sevgiyle sarılıyor görmek hatadır. Dipte tohum çoğalmak için sarılmıştır toprağına. Komut tohumdandır.
Varlık alemi de kardeş değil kökteştir; tohumu temsil görevini üstlenmek için birbirini iter, yer.
32
İnsanlarda sevişgenlik, bir yetenek, sağlıklılık olarak algılanması gereken bir tutum olmalıyken yasaklanan utanılacak, yuhlanacak bir tutum olarak algılanmıştır. Oysa, kişinin cinsel gelişimi desteklenmeli, geliştirilmeli, alkışlanmalıdır ki sıkıntıların çoğu yaşamdan ayıklanmış olsun. Bu yanlış algı yüzünden çelişkiler yumağıyız. Sevişgenliği kınayan da yetersizlikleri hastalık sayarak sırdaş ekiple çözüm arayan da biziz.
33
Neden hepimiz gurbetteyiz? Çünkü, gurbet dilini bilmediğimiz yerde olmaktır. Düşüncelerimizin ille de beğenilerimizin anlaşılmadığı her yer gurbet, her bir aradalık aslında yalnızlıktır. Düşünsenize, yanınızdakine düşüncenizi söylüyorsunuz; güzel, komik, yüce, trajik bulduğunuz şeyler gösteriyorsunuz: Duvar. Küfret: duvar. Şükret: Duvar. Hayvanlarla bile bu kadar duvar olmayabilir aramızda. Yanınızdakini dirseğinizle dürtemiyorsanız gurbettesiniz.
34
İnsanlara bakınız. O, onu özler, o, diğerini; o, ondan kaçar, o, başkalarından; o ondan umar, o ötekinden… Sanatçıysa kaçmaz, kovalamaz, ummaz, küsmez; sadece izler. Tanrıca, eşit mesafeden… Sanatçılıktan çıkınca, sevinir, üzülür, incinir, kırılır, küser, kızar, korkar. Çünkü onun da artık bir tarafı en azından kendi tarafı olmuştur; insanlaşmıştır. Yazık.
35
Düğünler: Boy gösterisi, caka satma… Duvarlarda asılı “Ağaç dalıyla gürler” yazılı soy ağaçları da öyle… Garip ne yapsın? Sünnet düğünleri de öyle… Üstelik kışkırtılmış erkekliği, sivriltme operasyonuyla desteklemek; diğer cinsiyete hakarettir. Kız çocuklar, erkek yaştaşlarının sünnet düğünlerindeki ilgi odağı olmuşluklarında yaşadıkları duyguları ömürleri boyunca kim bilir hangi davranışlara çevireceklerdir.
36
Düğünler: Boy gösterisi, caka satma… Duvarlarda asılı “Ağaç dalıyla gürler” yazılı soy ağaçları da öyle… Garip ne yapsın? Sünnet düğünleri de öyle… Üstelik kışkırtılmış erkekliği, sivriltme operasyonuyla desteklemek; diğer cinsiyete hakarettir. Kız çocuklar, erkek yaştaşlarının sünnet düğünlerindeki ilgi odağı olmuşluklarında yaşadıkları duyguları ömürleri boyunca kim bilir hangi davranışlara çevireceklerdir.
37
Geçmişe, “çöplüğümüzde, hurdalığımızda, bir dolu yanlış, yetersiz, işe yaramaz şeyler içinde kullanılabilir bir araç var mı?” diye, anıları tazelemek için bakmak başka tabii. Dün problemimizi çözen bugün de çözüyorsa baş üstünde yeri olmalı o geleneğin. Oluğu tamir etmekle musluğu hele hele fotoselli musluğu tamir etmek aynı şey değil çünkü.
38
-Tanrı bana büyük bir görev verdiyse bile, en çok üç sözcüklü cümlelerle anlaşabilenlerle ne yapabilirim?
-Onlara üç sözcüklü cümlelerle anlatabilecek kadar ustalaşacaksın. Niyet et, yeter. Tanrı, seni o kabiliyete ulaştıracaktır. Sizi birbirinize yaklaştıracaktır.
-Konuşmadan anlaşabileceğimiz şartları sağlasa ya Tanrı?
-O da olur, sabırla. “Sabırla koruk, üzüm olur, şarap olur.”
39
Aklın egemenliğine kayıtsız şartsız bağlıyızdır. Düşüncenin, aklın yüceltildiği, yaşamın eylemler zinciri olarak görüldüğü, eylemlerini dolayısıyla yaşamını kolaylaştırmakta, zorlaştırmakta bireyin seçme özgürlüğünde ve sorumluluğunda olduğu; kısaca, ayakların, başın emrinde olduğu “Akılsız baş elinden sefil taban ne çeker!” biçiminde dile getirilmiştir. Anlaşılıyor ki, iyi ya da kötü yöneten, baş; yönetilen, ayaktır.
40
“Beni hatırladın mı?” “Beni unutma.” “Beni seviyor musun?” “Beni sevdiğini söyle.” “Kalbinde yerim var mı?” gibi ruhsal çırpınış belirtisi sözler (tabii yanıtları da ilgiç: “İçimdesin, inan.” “İçimdeki boşluğu senden başkası dolduramaz.” ”Kalbimin en güzide köşesindesin.” “İçimden atamıyorum.”) gösteriyor ki bütün mesele kendimizi ötekinin içine koymak. Şu dertten bir kurtulmalı.
41