Manifesto / Birikimli Ayna

BİRİKİMLİ AYNA MANİFESTOSU

Giriş: Bu metin, 1987’de yazılmış; 1989’da TED Kayseri Koleji Vakfı Özel Lisesi’nde duvar gazetesi çıkarmada uyulacak ilkeleri belirlemek üzere ilgililerle paylaşılmıştır. (“Kardelen”, “Hayır” gibi duvar gazetelerini çıkartan öğrencilerimin kulakları çınlasın. Bu manifesto doğrultusunda, Kayseri Melikgazi Şeker Lisesi’nde “Okul Radyosu” programı hazırlayan ekiplerdeki öğrencilerimin de kulakları çınlasın.) Metni o günkü şekliyle yayına koymakta bir sakınca görmedim. Hatta, bu hali daha da “tatlı”geldi bana; amatör ruhun cisimleşmesi gibi bir şey bu.

“İşte o” metin:

Birikimli Ayna 

     (Manifesto)

     BİRİKİMLİ AYNA, Edebiyat dergimizdir; ses aynamızdır; ruhumuzun ses heykellerinin sergilendiği galerimizdir.

 Dil, kültürün ses karşılığıdır. Edebiyat da dil ile yapılan sanattır ve hayatın “derin bilgisini” içerir. Çünkü sanat, “ideal olan”la “gerçek olan”ın sınırında doğar ve bu nedenle kültürün (sosyal, nesnel, tarihsel, düşünsel, ruhsal… yaşayışın) izdüşümüdür.  İşte “BİRİKİMLİ AYNA”, sayfaları duvar gazeteleri şeklinde sergilenen bir edebiyat- sanat etkinliğinin üst başlığıdır.

       Bütün evren önceki zamanın üzerinde, olmakta olan bir şeydir. İnsan ve insan etkinliklerinden  bilim ve sanat da öyle… Sanata bakışımızı göstermesi açısından – istatistikteki ‘yığmalı toplam’ terimini çağrıştıracağını umarak -“Birikimli Ayna” adını uygun bulduk. Birikimli Ayna, “yığmalı toplam”dır. Sanat, bir eğlence kulvarı değildir. insanlığa ilişkin keşiflerin, belirlemelerin bilimden farklı bir yöntemle paylaşıldığı besleyici bir alandır. Bu anlayışla her türde ürünlerimiz, tarihsel gerçekliğin birikimli “yansıtıcısı” olurken sanatsal ürünlerimiz de birer imgesel model olarak gerçekliğin  sadece  “yansıtıcısı” değil, “derin bilgisini”  ve yönelimini de içerecektir.

      “Ben mısralarımı kerpiç gecelerinden çekmişim
Beş numara lamba kederi vardır mısralarımda benim. (….)” (Hasan Hüseyin Korkmazgil )

       “Ben hızımı asırlardan almışım
   Bende her mısra bir yanardağı hatırlatır (…)” (Nazım Hikmet Ran)

        “Birikimli Ayna”, “unutmayan ayna”dır.

          Birikimli Ayna hem yatay hem dikey (evrensel ve tarihsel) yönlü/boyutlu “yığmalı toplam”dır.

          Birikimli Ayna, dünyanın her yerinden yeşeren insanlığın tarihsel birikimiyle, geleceğe ilişkin düşünü, hayalini, sentezlemiş bireylere ulaşmayı amaçlar.

           Her birey bir yığmalı toplamdır.

          Birikimli ayna etkinliği, her bir bireyi kendi birikmişliğinin farkındalığına davet/teşvik girişimidir. Binlerce kez başlayabilir, kuşaklar boyu sürmek zorundadır, sonlandırılamaz. Bu nedenle iki zaman aralığının akımlarından değildir; düşünsel moda olarak giyilip/giydirilip çıkartılamaz. Birikimli Ayna, bir sentezdir. Birikimli Ayna, sanatçıyı, bilim adamı kimliğine kavuşturarak onu,  evvelkileri hem kucaklayan hem eleştiren duruşa davet eden çalışmalar toplamıdır.

           Mesafeler ve sınırlar eski anlamını yitirmiş; dünya, bir elma kadar küçülmüştür. Bu elmanın içindeki kurt, hepimizin kurdudur. Artık kimse, örneğin “Onu oraya atma! çevreyi kirletme!” diyene, “Sana ne?” diyemeyecektir . “Sana ne?” diyen ağız, “Bana ne?” diyen ağız olduğu için bananecilik ve sananecilik bitmiştir. Çernobil’in dibindeki izmarit, artık hepimizi ilgilendirir olmuştur.

“dünya
hem mezarlık hem beşik
piknik yerimiz
galaksiler arası hamak
uzaydaki titanik”

           Gökyüzü de yeryüzü de herkesindir ya da kimsenin değildir. Bireysel ve ulusal anlamda özgürlük  de eski anlamını yitirmiştir. Birbirimize haber vermeden uçamadığımız gibi bir silahı gönlümüzün dilediği gibi ateşleyemeyiz de. Dahası, menzili- hedefi belli olmayan silahların dünyasındayız. Dumanını, bulutunu rüzgar çevirip ateşleyeni yakabilen silahlar dönemindeyiz. Toplu taşıtların tutamaklarındaki mikroplardan, kalabalık ortamlara maskesiz girip hapşıranlara; hasta hasta sınıfları dolduran öğrencilerden, trafiğe sarhoş çıkanlara kadar bir çok tehdit unsurlarıyla yaşamak zorunda olan bireyi artık her şey “alakadar” eder. Sanatçı “Bana ne” diyemeyeceği gibi; ona “Sana ne” de denilemez. Birikimci yazarın konu seçme lüksü yoktur. Bu açıdan, hayat mukaddestir. “Sanat, şahsi ve muhteremdir”e nazire gibi oldu, olsun; aynı görüşteyiz.

           Birikimli Ayna toplumda bireyin, “bir ağaç gibi tek ve hür” olmadığını, -“kardeşçe” oldukları için, boğuşarak-  başını güneşe kökünü suya salabilmek, yani yaşamda yol alabilmek için zorunluluklar silsilesi içinde varoluş sergilediğini bilir. Doğada, kökteşlik vardır. Meşruluk, eşitlik, sevgi anlamlarıyla kardeşlik, İnsanlık geliştiğinde tesis edilecektir.

          “sen sanma ormanda ağaçlar sarmaş dolaşlar
tanrı şahittir ki kökte savaş var.”

          “dolaşır etrafımda sarmaş dolaş aşıklar
içimden emin bir ses ısrarla der ki bana
sen bakma ona buna sarıldıklarına
hep kendine doğru yol alır sarmaşıklar”

Birikimli Ayna yazarı, her bir birey, evde, sokakta, otobüste, dolmuşta, metroda; tiyatroda, sinemada; işyerinde, pazarda, sokakta; ailesi, komşuları, akrabaları; alıcısı,satıcısı, üçkağıtçısı, yankesicisi, dilencisi, fahişesi… yüzlerce insanla ruhsal – bedensel temasta olduğu halde, onu yalıtıkmış gibi resmeden anlatımların gerçeği yansıtabileceğini düşünmekten uzaktır. Birey, coğrafyanın, zamanın, toplumun ürünü olduğu için birikimli ayna yazarları, konum bildirmeden, tarih düşmeden resmetmemek; “toplum” demeden “birey” diyememek gibi bir bilince sahiptir. Birey, “Yemliha patlıcanı”, “Cırgalan biberi” gibi yerli bir şeydir ve nükleer bulutlardan önce mi sonra mı yetiştiği fevkalade önemlidir.

           Birikimli ayna yazarı, karşı adaların dipten derinden kıyıya bağlı olduklarını nasıl kuşkusuz bilirse, evrende her şeyin dipten derinden birbirine bağlı olduğunu da öyle bilir.

Birikimli Aynanın tabusu yoktur; edebiyat alanında evvelkilerin her birini temize çekilmesi güncellenmesi gereken taslak sayarak inceler. Evvelkilerden içinde onları anonimleştirmeye götürecek tılsımlı damar bulunan ürünleri över, tutar. Tarihin akışına dayanamayıp çürüyenleri yerer, atar. Evvelkileri bilmeyi esas alır, yüceltmeyi değil. Hiçbir akımı bütünüyle kabul etmez; hepsini damıtır.  Zayıflık  ve   güç nereden nasıl doğuyor, inceler, öğrenir. Bu anlayışla aynı şairin hatta aynı şiirin bir dizesini “evet”lerken bir başka dizesini “hayır”lar.

           Her ne kadar “öncekiler” vurgusu varsa da bu yazıdan gelenekçilik anlamı çıkartılmamalıdır. Öncekilerin bilinmesi üzerinde ısrarlıdır. Ancak Öncekilerin (bu, söz konusu edebiyat olunca geleneğin demektir) tümüyle yüceltilmesi, korunması konusunda değil. Sanatçı, öncekileri eleştirerek toplumunun gelişimine katkıda bulunacak, onu ayak bağlarından kurtaracaktır. Bu yanıyla Birikimli Ayna, “Gelenekçiler”den, “Milli Edebiyat”çılardan ayrılır. “Geçmişin beğenisine şamar” demedikleri ve teknolojiyi kutsar derecede yüceltmedikleri için Rus fütüristlerden de nefs-i müdafaa durumu dışında savaşı lanetledikleri için Italyan fütüristlerinden de ayrılırlar. İnsan-doğa çelişkisinin aşılması için kullanılacak gücün (bu teknolojidir) insan-insan çelişkilerinin çözümünde kullanıldığını gördüğü için, vahşi hayvanlardan korunmak amacıyla eve alınan tüfeğin evin çocuğunun eline geçmiş olması gibi korkunç riskli bir durumun söz konusu olduğunda hemfikir olan birikimli ayna, daha pek çok sakıncasından dolayı, teknoloji diyetine gidilmesini, şart koşar. Modernizme perhiz (diyet daha mı uygundu acaba) uygulama tutumundadır.

            Evrensel olma yolu, ulusal olmaktan geçer. Sanat eserinin ete kemiğe bürünmesi, “Yunus diye görünmesi”(1) için bu şart. Türk edebiyatında kulaç atanların kolektif aklın nakşedildiği anonim ürünlerdeki anadolu öğretisini (2) kavraması, içselleştirmesi gerekir ki tiplerin, karakterlerin, kişilerin ayağı yere basabilsin. Bu, en çok üzerinde durduğumuz şeydir.

            Birey, yaptıklarının,  yapamadıklarının, yapmadıklarının ve henüz yapmadıklarının -bu, yapabileceklerinin demektir- cebirsel toplamıdır (Ruhunda görürsünüz sonucu). Toplum da öyle. Edebiyatımız bu açıdan incelenip anlaşılmaya muhtaçtır. Kolektif aklımızın, duygumuzun ortaya konulması için çalışmalar yapılması, Birikimli Ayna’nın amaçları arasındadır. “Anadolu Öğretisi” bu amacın ürünüdür.

         Birikimli Ayna, yaşı sorulduğunda, bu gün için, “Milattan sonra bin dokuz yüz seksen yedi”  diyebilen bireylerden toplum oluşturmayı hedefleyen bir atılımdır. (Yazının ilk yazıldığı tarihi bildirmesi bakımından yararlı bulduğumuz için yıllardır bu tarihi hiç değiştirmiyoruz. Bu yıl için: “M.S. 2019 diyebilen”) Birikimli Ayna, bu ilkelerle yazacak olan herkese açıktır.

           Eserlerimizde, şiir tadını savlardan, sagulardan, koşuklardan, destanlardan, gazellerden, mesnevilerden, koşmalardan, sonelerden, tuyuğlardan, manilerden, türkülerden,  tanıdık olduğunuz ya da olmadığınız yep yeni şekiller / şekilsizlikler içinde bulacaksınız. Yaşam, çok şekillidir. Eserlerimiz de çokşekilli olmak zorundadır. İçeriğin emrinde olan biçimi kuracağız.

Birikimli Ayna yazarları, paranın oluşturduğu ilkel ve vahşi kirlilik selinden insan yanımızı kurtarma girişimidir. Birikimli ayna sanatçıları, İnsanımızı, yalanın, dolanın, ikiyüzlülüğün, atılmaların, itilmelerin, savuşturulmaların, tavlamaların, kandırmaların, büyülemelerin, bayıltmaların, uyuşturmaların tuzağından koruyan kamu davalarını yürüten savcılar gibi olacaktır. Birey, pazar ilişkilerinin kuşatması altındadır. Kendisi hissetmese bile buhurdanlığında para yakılarak pazar yerine döndürülmüş bir atmosferi soluduğu için bugün değilse yarın, bu pazar yerinin geleneğini, yasalaştıracak ya da daha ötesi kutsallaştıracaktır. Onu kurtarıp yeniden doğaya atmak gerekir. Çünkü, birey masumdur. Birikimli ayna da J.J. Rousseau gibi bireyi toplumun kirlettiğini düşünmektedir.

       Birikimci ayna sanatçıları, satış, vitrin, kampanya, reklam, fatura, tezgah, fırsat gibi unsurları, yaşamdan ve dolayısıyla dilsel ortamdan ve yine dolayısıyla duygu dünyasından dışlama güçleri olmadığını bildikleri için hiç değilse irdeler, yargılar.  Birikimli Ayna  yazarları bilir ki, müşteri memnuniyetini esas aldığını söyleyenlerin, müşterisini, maliyetin altında her bedele satmayanına rastlanmaz.

         Birikimli Ayna sanatçıları, okurlarını kafasız ya da kavanoz kafa olarak görmezler; baş başa verilecek baş olarak görürler. Onlarla dertleşir, halleşir, söyleşir, geziye- gezintiye çıkar, laboratuvara girer… ve keşfe değer, kayda değer insanlık durumlarını gördükçe gözden kaçırmamaları için onları samimiyetle, dirseğiyle dürtükler gibidir.

         Birikimli Ayna, tarihin derin ve geniş bahçesinden   bal derleme atılımıdır. “Eflatun gibi derin, babaannem gibi kolay söylenmeli” ( Cenap Şahabettin) ilkesini bir;  bilim adamı titizliğiyle okura “yalancı tanıklık etmeme” (Hüseyin Rahmi Gürpınar, Gustave Flaubert, Emile Zola) ilkesini iki;  Halkça ancak yüksek sanat kaygısıyla, “Türkçe, kolay ve anlaşılır olanı buluncaya kadar arama” (Tatavlalı Mahremî, Aydınlı Visalî, Ziya Gökalp) ilkesini üç, üretim esaslarının olmazsa olmazlarından sayar.

         Şiir, büyük büyük, ayrıksı ve kalabalık laf edilen alan olmaktan çıksın; Yunus Emre modelinde kendini gösteren sehl-i mümteni’ düzeyinde olsun isterler.

         Birikimli Ayna yazarları, bütün üstyapının, sulh halleri için geçerli olabileceğini, harp halleri (kavga, doğal afet, hastalık, savaş gibi) ile sevişme, doğurma, sarhoşluk gibi nadir hallerde bütün giydirilenlerden soyunabileceğimizi bildiği için hastaneleri, sel ve deprem gibi afet enkaz alanlarını, mezarlıkları, pazar yerlerini ve savaş alanlarını gerçek hayatın (insanın) keşfedileceği mekanlar olarak görür.

“hastane gösterir acı gerçeği
birini morga alırlar
dışarıda yığılır kalır
dalı budağıyla
kökü pürçeği”

 Bu alanlar anın yaşanabildiği nadir alanlardır. Dünün itmesi yarının çekmesi ‘en az’a, bu alanlarda iner. hayallerin çekmesi, anıların itmesi bize anı yaşatmaz eder çünkü. Buralarda yürürlükte olanlar dışında ne varsa, lükstür, yapmacıktır. Din, ahlak, kanun, sanat, nezaket, bu alanlarda iş gördüğü kadar anlamlıdır. (Deprem sonrası kiraların, nakliye bedellerinin, yiyecek fiyatlarının artmasını gözlemişlerdir. Karaborsanın neden yaşandığını bilmektedirler.)

         Büyük-küçük harf kullanımı ve noktalama- yazım kuralları özü etkileyen sınırlamalar getirebildiği için bir metinde tutarlılık dahilinde kullanılır ya da kullanılmaz. Noktalama, biçim unsurudur. Bazen yanlış yazmak ve noktalamak gerekir. Sanatçı, bu malzemeyi nasıl kullanacağını bilir.

         Filozof da, bilim adamı da sokaktaki her insan da, ömrünü küçük yaşam ayrıntılarıyla dolduruyor. Pazarda, alışveriş merkezlerinde, ev  içinde, sokak, cadde; tren ,gemi, otobüs, minibüs,uçak gibi yolculuk alanlarında; ofis fabrika, gibi iş yerlerinde; okul kurs merkezleri gibi eğitim gelişim alanlarında; otel, gazino, park gibi eğlence alanlarında; tutukevlerinde, hastanelerde , mezarlıkta geçer ömür.  Ayrıksı, eğer istatistiğe girmeyecek uçlarda ise, o bir haber konusu olur, sanatımızın çekirdeği olamaz. Bu nedenle “ayna”cılar, sanatçıları, büyük dikkatleri ve uz görürlükleriyle, yaşamın küçük ayrıntılarında tespit ettikleri insanlık durumlarını imgelere aktararak kaydeden ve insanlığın evrimi için bilinç biriktirenler olarak görürler. Sanatçıyı, dikkat, yoğunlaşma, keşif, özlülük gibi alanlarda bilim adamıyla bir sayarlar; biri imgelerle diğeri kavramlarla anlatır, o kadar. Natüralistlerle benzeşen yanlarımız olacağı açıktır. Benzeşmeyen yanımız, daha titiz elememizdir. Hayattan almak kolay, atmak zordur; Birikimli ayna, zoru başarmak, hayatı damıtmak derdindedir. Sanatçının, Yaşamı haberci gibi yansıtmaktan kaçınmasını, yaşamda bir kere tükenen bireyi bir kere de sanatçının gösterimiyle tüketmemesi gerektiğini ve soyut yargı cümleleriyle slogan atmamaları gerektiğini savunurlar. Sözcüklerin yalnızca sözcük anlamlarını yansıttığı; söz oyunlarından, matrak anlatımdan, uyak, asonans, aliterasyon gibi yollarla elde edilmiş ses dengesinden başka özelliği olmayan metinlerin şiir vs adı altında kitaplaştırılmasına karşıdırlar. Şairler, aşk, kin, öfke, ölüm, cömertlik, cimrilik, iyimserlik, kötümserlik, yalnızlık, ayrılık, uğurlama, karşılama, kıskançlık, mutluluk, sevinç,  gibi kavramları, somut ilişkilerden kurdukları basit dilsel yapılarla tablolaştırsınlar; bu şiirleri okuyan resim galerisinde dolaşır gibi tat alsın isterler. Şairler ya sussun, ya söyledikleri kulaklara küpe olacak etkililikte akıllarda kalacak veya akılda kalmadığına hayıflanılacak şeyler söylemelidir.

“şairim
şeffaf duvarlarınızı boyuyorum
görebilesiniz diye
duyabilesiniz diye 
sözcükleri sivriltiyorum”

          Birikimli Ayna, bütün temaların ilân-ı aşk ya da küfür dozunda sözlerle imgelenmesini isteyen özlülüğün peşindedir. “Yüksek/ derin” sanat eserleri,  derin ve yüksek duyguların izdüşümü olacağından, şiirde sözcüklerin yerini çığlıkların, inlemelerin, naraların, saldırı anlamına gelen dil unsurlarının yer alması belki zorunluluktur; en azından dört başı mamur anlamlı söz söylemelerden daha doğrudur. Duyguların yükseldiği yerde gramer, semantik, sentaks … lükstür; kitabîdir, yapmacık kaçar. “öz-biçim” uyumu olmaz; buna da çirkin denir.

“Tarlada iskarpin çirkince olur.” (Aşık Veysel)

Tam bu nedenle (duygu, samimiyet ürünü olması nedeniyle) edebiyatçı sanat eseri diye ortaya koyduğu şeyin (ıslığının veya gözyaşının) paraya çevrilmesinden yana olamaz. Bu, beş para etmez, kıymetsiz anlamına gelmemelidir.

“s/özüm

ederini sorma
ıslığımı satmam
elini cebine atma”

Tabii eğer sanatsal çalışmalar, gerçekten ıslık çalmak, inlemek, ağlamak gibi samimi bir şeyse bu böyledir. Yaptıkları iş, duyguların ses heykelini dikmek olduğu için sanatlarının para etmesi halinde, sanatçılar hep model arayışı içine girerler. Öyle olunca da ya yuğcuya döner ya ağlayanlar arar; ağlayan yoksa da oluşturmak ister, kötü adam olurlar. Sıcak trafik kazası, yeni bombalanmış kalabalıklar, pornografik etki yaratacak sevişenler, en azından, biri birini boğazlarken yakalamak isteyen yakalamacı fotoğrafçılar, haberciler konumuna düşer sanatçı. Bu nedenle sanatın para etmemesi gerektiğini düşünürler. Birikimli ayna sanatçıları, bu yaklaşımlarıyla, alay konusu edilseler de onlar, kendilerine “Bu kafadan vazgeç” diyen kofalarla kafadar olamazlar. Böylece şarlatanlığa düşme tehlikesinden kurtulurlar. Yenik bir tanrıya kullukta direnmek gibi görünse de onlar, sanatlarını paraya çevirmek istemezler. Olsa olsa takas… Bu husus, mimari gibi sipariş boyutlu alanları kapsamaz tabii.

          Birikimli Ayna, yukarıda değinildiği gibi konu, tema seçmez. Sanatçının böyle bir hakkı olduğunu düşünmez.

Hayat, ortadadır ve mukaddestir; dokunulmazlığı içinde sanata ilham/kaynak olmalıdır. Aksi takdirde, eseriniz, kimi yerleri silikleştirilmiş, kimi yerleri tamamen sansürlenmiş fotoğraflar gibi bilmeceye bulmacaya döner. 

Birikimli Ayna’da bir araya gelen sanatçılarımız, gökyüzünün de yeryüzünün de herkesin olduğuna; alınamaz, satılamaz, devredilemez bir mekan olduğuna inanırlar. insanlık hallerini objektif kaydedip altına not düşmek gibi bir görevleri olduğuna inanırlar ve savaşları, barışları, fuarları, pazarları, otelleri fabrikaları, okulları birer komedi gibi gördükleri için edebiyat kişileri bakımından eserlerin karnavalist olmak zorunda olduğunu düşünürler. Yaşamın yalıtık anlatımlarla kahraman eksenli resmi yüzünü yansıtmak yerine, kalabalık kişili denetimsiz yüzünü yansıtmayı amaçlarlar. Sarhoş naracıların, sayıklayan hastaların, tuvalet kapılarının arkasını ya da okul sıralarını yazılayanların salonlarda gördüklerimizden daha gerçek kişiler olduğunu bilirler.

        “Garip”çiler,  “sanatta tedahüle karşı”ydılar; Birikimli Aynacılar, karşı değildir. Ancak şiirin seslendirilmesinin ve müziğin sözlendirilmesinin eserlerin sanatsal değerini artırdığını düşünmezler.  Çünkü her biçim bir öz içerir ve sınırlama getirir. örneğin aşk, yazılmadan en geniş anlamında varlık bulurken yazılınca çerçevelenir, bir de okunur, seslendirilirse bir çerçeveye daha girer ki bu, yazılı halinden de dar anlamla varlık bulması demektir. Sunumlarda paylaşmak gibi zorunlu durumlar olmadıkça şiir, saygıyla sessiz okunmalıdır. İşte Birikimli Ayna çalışanları, sınırlamayı şiirden ve müzikten olabildiğince kaldırmak isterler. Sanat kurallarla yapılmasın, hayat gibi, kurallar ondan çıksın isterler. Sanat, hayat gibi, biçimsiz, ışık ve ses seli olsun isterler.

         Birikimli Ayna, “Herkes, kendi kafesinde hürdür.”der ve bireyi, kendi kafesindeki özgürlüğü içinde yansıtırken bireyin belirleyemediği kader (ana baba, sosyal çevre, uyruk, coğrafya, doğal olaylar, kültürel atmosfer) gibi dayatan unsurlarla da baş edebilme yollarını araştırır, irdeler. İnançlar, tarihsel gerçeklik,  sosyal gerçeklik, psikolojik gerçeklik olarak önemlidir. Birikimli Ayna yazarları tarafından önemle ve saygıyla ele alınıp çözümlenmelidir. İnançların türevi sayılabilecek kavramlar da öyle…  örneğin, (tanrıya kafa tutmak, isyan etmek günah olunca, kişisel kin, hırs, öc alma da çeşitli nedenlerle mümkün olamayınca birey ne yapsın? Kendisini perişan eden olayların yakasından yapışamadığı failine özgürce seslenebilmenin yolunu, bir ara muhatap oluşturmakta bulmuştur: “Kör şeytan, kambur/kahpe felek.” Verip veriştirir artık. Bu tür kavramların psikoterapik etkisi bilinmeden eski yaşam/anlayış kalıntıları diye karşı çıkılamaz. Flörtün yasak olduğu yerde evlenecek olanların eş seçim karnavallarına da dönen düğün ritüelleri de bu gözle ele alınmalıdır. Sanatçı toplumu, ayrık otlarından ayıklarken, sosyal gerçekliği iyi incelemelidir. Onduracağım derken öldürmeye neden olmamalıdır. )

         Birikimli Ayna, ulusaldan evrensele bir yönelime sahiptir. Kaderden, nazara kadar inanç ögelerini de içeren psiko-sosyal gerçekliği, folklorik zenginlik olarak görür ve değerlendirir. Atasözlerinden, türkülere bütün dil ürünlerini inceleyerek Anadolu öğretisinden insanlığın genel evrimine katkı sağlayacak belirlemelerde bulunmak için çalışmalar yapmayı önemsemesi bundandır.

       Birikimli ayna yazarları ne ikibinbeşyüz yıl gecikmiş Eflatun’dur, ne beş yüzyıl gecikmiş Fuzulî ne üç yüz yıl gecikmiş Köroğlu.

       Birikimli Ayna yazarları,

 “(…)

hem diriyim hem ölüyüm
hem mansurum hem aliyim
ben kavağın (palmiyenin) uç dalıyım
budanıp geldim bu güne”

der. Logoları, palmiyedir.

       Birikimli Ayna çalışanları, herkesin kendine doğru yol aldığı yaşamda, yol arkadaşlıklarındaki yalanı, ikiyüzlülüğü, sahteciliği, işine gelen ilk sapaktan ayrılabileceği halde ahde vefa yeminlerinin aldatmacasını, her selamın bir bedeli olduğunu, aslında selamsız bir yaşam sürdürüldüğünü; dünyanın mezarlığa kurulmuş pazar yeri haline getirildiğini göstermek; küçük yaşam ayrıntılarındaki tespit ve keşifleriyle büyük fotoğrafta yaşamın tamamını bazen noktasal ama tümüne bakıldığında panoramik şekilde yansıtarak, dünü temize çekmek; bu mümkün değilse ilişkilerdeki kirliliği en aza indirmek; midesinden yularlı göbekli kölelerin yetiştirildiği günümüzden daha yalansız bir geleceğe ulaşmak isterler.

Kimisi bir kere bile vurmamıştır duvarlarına
kafesinin içi yetmiş de artmıştır ona

onlar için de sözümüz olacaktır

Aşk, barış gibi içi boşalmış kavramları mihenge vuran kara şapkalı kahramanlar  bulacaksınız yazarımızda şairimizde.

Dilleri neşterlidir, Yaralamalarından korkmayınız; her birisi uzmandır. Birikimli Ayna, şifalar diler. (Bayburt, 1987)

İşte “Birikimli Ayna Manifestosu.” “İşte o!”

Haluk Vefa Özdemir (İstanbul, 2019)

 (*) (Hayalî edebiyat dergisinde yazacak olan edebiyatçılar için kaleme alınmış; daha sonra 1989’da TED Kayseri Koleji Özel Lisesi’nde okul etkinliği (duvar gazetesi) için denenip geliştirilmek üzere  tasarlanmıştır.)

(1) “Ete kemiğe büründüm/Yunus diye göründüm” Yunus Emre

(2) Anadolu Öğretisi (Yazı Serisi); Halukvefa.com halukvefa.blogspot.com